Cesaret bildiğin bir şey de performans göstermek değil,
bilmediğin bir şeye olan merakın,ilgin ve deneme isteğindir.. Çoğunluk; özünde
bildiği konuda konuşmanın, bildiği işi yapmanın
ve bu alanlarda sağlanan başarının cesaretle bağlantısı olduğunu düşünse de,
aynı fikirde değilim. Asıl cesaret bilmediğin bir işe girişip, öğrenip,
kendinde bir şeyler katabilip ortaya koyduğunda saklıdır.
Asıl stresi yaratan iş-kariyer için çabalarken hırsın ideallere önüne geçmesi . Daha fazlası için çabalarken, daha iyi iş çıkarmanın önemini unutuyoruz belki de. İş saatleri, fazla mesailer, karmaşık - çözülmeyi bekleyen problemli evraklarımız = stres. Stresin neden kaynaklandığı önemli. Bir işi başaramamak o işi kaybetme korkusundan değil, o işten uzak kaldığında duyacağın rahatsızlıktan olmalı. Sevmeli insan ilk önce! Koşulsuz sevgi bir tek aşk ve ilişkilerle orantılı değil, hayat ve bütün ile bağlantılı tutulmalı.
Severek yapılmayan işlerden sorun ve yetersizlik eksik olmuyor maalesef. Zoraki götürülen iş hayatı insanların hayatından zaman çaldığı gibi işverenin de zamanını almakla beraber çifte zarar doğruyor. Çalışmak istemiyorsan çalışmayacaksın! Yok eğer devamsa; çok çalışarak değil kusursuz çalışarak mükemmele yakını yakalayacaksın. Aksi halde verdiğin ve aldığın emek bir yerde tıkanacaktır. Şimdi bazıları ne kadar iş deneyimin var da bunları yazıyorsun diyecektir haklı olarak. Gördüklerim ve deneyimlediklerim var elbet. Çevremde, ailemde, yakınlarımda. İş hayatında bana göre yapılan en büyük yanlış önceliklerimizi belirleyememizden kaynaklanıyor. Acil ve önemli arasındaki ayrımı yapamamızdan.
İş yaşamının belli bir oranı kader ile bağlantılı. "Bir yerde yiyeceğin ekmek ne kadarsa o kadar yersin, zorlama" derdi eski bir arkadaşım. Zorlamayı, kendini yormayı ve iş yükünü çoğaltmayı anlamsız bulurdu. Ancak talih size bir limon verdiyse onu limonata yapmak insanın kendi elinde. Herşeyi kader ve kısmete bağlayıp köşemize çekilemiyoruz maalesef. Bu kadercilikten çok rahatlık ve tembellik.
Asıl stresi yaratan iş-kariyer için çabalarken hırsın ideallere önüne geçmesi . Daha fazlası için çabalarken, daha iyi iş çıkarmanın önemini unutuyoruz belki de. İş saatleri, fazla mesailer, karmaşık - çözülmeyi bekleyen problemli evraklarımız = stres. Stresin neden kaynaklandığı önemli. Bir işi başaramamak o işi kaybetme korkusundan değil, o işten uzak kaldığında duyacağın rahatsızlıktan olmalı. Sevmeli insan ilk önce! Koşulsuz sevgi bir tek aşk ve ilişkilerle orantılı değil, hayat ve bütün ile bağlantılı tutulmalı.
Severek yapılmayan işlerden sorun ve yetersizlik eksik olmuyor maalesef. Zoraki götürülen iş hayatı insanların hayatından zaman çaldığı gibi işverenin de zamanını almakla beraber çifte zarar doğruyor. Çalışmak istemiyorsan çalışmayacaksın! Yok eğer devamsa; çok çalışarak değil kusursuz çalışarak mükemmele yakını yakalayacaksın. Aksi halde verdiğin ve aldığın emek bir yerde tıkanacaktır. Şimdi bazıları ne kadar iş deneyimin var da bunları yazıyorsun diyecektir haklı olarak. Gördüklerim ve deneyimlediklerim var elbet. Çevremde, ailemde, yakınlarımda. İş hayatında bana göre yapılan en büyük yanlış önceliklerimizi belirleyememizden kaynaklanıyor. Acil ve önemli arasındaki ayrımı yapamamızdan.
İş yaşamının belli bir oranı kader ile bağlantılı. "Bir yerde yiyeceğin ekmek ne kadarsa o kadar yersin, zorlama" derdi eski bir arkadaşım. Zorlamayı, kendini yormayı ve iş yükünü çoğaltmayı anlamsız bulurdu. Ancak talih size bir limon verdiyse onu limonata yapmak insanın kendi elinde. Herşeyi kader ve kısmete bağlayıp köşemize çekilemiyoruz maalesef. Bu kadercilikten çok rahatlık ve tembellik.
Sahip olamadığımız şeyler cazip gelenlerdir ya hep, işte
hepsi için emek vermek gerek. Önce emek, sonra yemek! Sıfır hata ile çalışan
insan modeli olmak zor hatta bence imkansız. Hatanın bile içeriği önemli. Aynı
konuda tekrar tekrar hata yapmak bile o işe verdiğinizin değeri ortaya koyuyor.
İşe ilk başladığımız günlerde genel olarak ortamı değerlendiririz hep. Ya bir
daha gitmek istemeyiz, ya birine takıp ondan gelecek ters bir hareketi bekleriz
veya kişilere odaklanmasak işleyen başka negatifliklere yöneliriz. Nedendir
bilmem ama işe başlanan ilk bir hafta ile bir ay sonrası karşılaştırıldığında
arada büyük farklar vardır. Önce yabancı bir şehirde kendinizi yapayalnız
hissedersiniz. Hatta kalemliğiniz bile bir iki kalemden ibarettir. Masanızın
üstü tertemiz, evrak raflarınız ayna görevi görecek kadar boştur. Ve bu süre
zarfında gözler hep etrafı inceler.
Kişiler hakkında en yanlış karar ilk günlerde alınır.
Zamanla kalemliğinizdeki kalemler çoğalır. Sonra raflar evraklarla dolmaya,
takviminiz yapılacak işlere ait son gün alarmlarıyla işaretlenmeye başlar.
Derken bir bakarsınız ilk başta negatif yaklaştığınız bütünün bir parçasısınız.
Bu sürede yapılacak en iyi şey öğreneceğiniz veya performans göstereceğiniz işe
odaklanmak. Öyle ya, bunun için burada değil misiniz?
Ben kendi adıma öğrendiklerimi anlatıyorum sadece. Bir başka
sorunda iş ve özeli birbirine karıştırmamak! Evinizde, özel hayatınızda olan
sorununuz sadece sizi ilgilendirir. Sağlık haricinde yaşadıklarınız iş
ortamınıza aksettirilmemesi gerekenlerdir. Sıkça yazarım ya mutlu hayat
yoktur, mutlu insan vardır! Herkesin kendine göre bir düzeni ve bu düzen için
ödediği bir bedeli vardır. Bu nedenle sorunların yansıtılmaması gereken tek yer
de bana göre iş ortamıdır. Profesyonellik bu konuda tam olmalı. Elinizden
gelenin en iyisini yaptığınıza inanmadan işinizi kadere ya da şansa bırakmayın.
Geçenlerde bir yazıma okurlarımızdan Zehra Hanım "siz
yazdıklarınızı uygulayabiliyor musunuz?" diye sormuştu. Şimdi o sormadan
ben cevap veriyorum; inanın bende yazdıklarımı bir kaç defa okuyor ve üzerine
düşünüyorum. Sadece kitaplardan yola çıkarak değil yaşanmışlıkları dinleyerek
ve olması gerekeni düşünerek hareket etmeye çalışıyorum. Kusur ve hatalarımızın
gelişimimize katkı sağlayıp, tekrarı olmadıkça zararı değil aksine faydası
olduğunu savunanlardanım. Sorun odaklı değil, çözüm odaklı olmalı. Mutlu iş
yok, mutlu çalışan var:)
Kaynak blog.milliyet.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder