Evet bir alıntı daha... Yalnız ben bunu iş hayatının yanı sıra sosyal hayatta da gördüğüm için paylaşmak istedim... Sağolsun sosyal yaşam bize farklı farklı insan tiplerini gözümüze gözümüze sokmakta...
İşte Yasemin Koçak Tezel 'in o yazısı;
SIKLIKLA GÖRÜLEN KÖTÜ(!) YÖNETİCİ PROFİLLERİ
İşine ve hedefine tutkuyla bağlı yöneticilerin yanısıra “–mış gibi” yapan yöneticiler de yok değil! Siz hangisine daha yakınsınız? Hangi profille birlikte çalışmak zorunda kaldınız?
Burada bahsi geçenler, sevilmeyen yönetici profilleri olsa da hepsi kör noktalarının farkına vardıkları anda, fark yaratabilecek potansiyele sahiptirler. Yanlışı fark etmek, doğru yola giriş bileti almaktır. Eğer yöneticinizde bu özelliklerin olduğunu düşünüyorsanız, bu kitaptan bir tane daha satın alıp, fark ettirmeden odalarına bırakıp kaçın.
Kendinizi ne kadar iyi bilir, nasıl bir yönetici olduğunuzu vakit kaybetmeden fark ederseniz, değişime doğru yönünüzü belirlemek o kadar kolay olur. Ne kadar uzun süre “Ben bu değilim, bu da değilim; yok, bu hayatta olamam!” derseniz; o kadar uzun süre kendinizi kandırırsınız ve hayatınızda hiçbir şey değişmez. Bir süre sonra, arkasından fısıldanmaya bile değmeyen bir yönetici durumuna düşersiniz! Ne yaparsanız yapın önleminizi o noktaya gelmeden önce alın.
Koltuğunda yaşayan SÖMÜRÜCÜLER
Çalışanlarını sömürmek için yaratılmışlardır adeta… Sömürücülere göre, herkes o koltuğun menfaatini korumak için çalışmak zorundadır. Çalışanları, diğerleri olarak sınıflandırırlar. İnsan kullanmayı ve yönetmeyi iyi bilmeleriyle övünürler. Yine de insan yönetmenin zorluklarından şikâyet eder dururlar. Bu profil, sadece bir başarı kokusu aldığında odasından dışarı çıkar. Plaketi herkesin gözüne sokup, hak etmeden aldığını göstermek için… Zekâsıyla övünür. Sadece, insan kullanmanın başarıya nasıl götürdüğünü düşünerek banka hesaplarını kontrol eder… Ta ki gerçek bir liderle karşılaşıncaya kadar!
Hiçbir çalışanı, sömürücünün odasına gitmek istemez. Gitmek zorunda kalanlar ise öncesinde birbirlerine terapi yapar. Ne de olsa, sömürücü, ağza alınmayacak küfürleri savuracaktır kendilerine! Çalışanlar ne kadar nitelikli olurlarsa olsunlar, gidecekleri yer, tükeniştir. Depresyon yakalarından bir an olsun düşmez. Yaşama sevinçleri ve kendilerine güvenleri kalmamıştır.
Bu tarz bir yöneticiyseniz, çalışanlarınızın size hiç saygı duymadıklarından emin olun. Fısıltıların öznesi sizsiniz. Sevilmediğiniz gibi, kimse de sizinle çalışmak istemiyor. Bilin ki, bu durumu değiştirmek sizin elinizde… Ya çalışanlarınızı diğerleri gibi görmekten ya da koltuğunuzdan vazgeçin. Sık sık o koltuğa nasıl geldiğinizi hatırlatın kendinize. Bu gidişe bir son vermek elinizde! Şu andan itibaren basın değişim düğmesine… Halen geç değil!
Ekibine son dakika, gece yarısı ofsayttan gol atan FORVETLER
Bu yönetici profili “yarasalar” olarak da nitelendirilebilir. Çalışma saatleri dışında, çalışanların ayrı bir hayatları olduğu düşüncesine bile katlanamazlar. Çalışanların, onlar için ve günün her saati onlarla var olduklarını düşünürler. Ertesi sabah için acil olarak istenen işlerin %99,9’u sabah değerlendirilmez. Buna rağmen gecenin 22.00’sinde arayıp “Yarın sabaha acilen yetişmesi gerekiyor” mesajını düzenli olarak vermekten bıkmazlar. Sabah ise geceden acil denilen hiçbir işe bakılmaz; çünkü hep daha acil bir iş çıkartıp bir sürü farklı işe dalarlar. Tekrar hatırladıklarında ise ciddi bir fırtına koparırlar. Çalışan ne yapacağını bilemez halde dolaşır durur. Karmaşada, ortaya çıkıp “Sizi ben kurtardım yine,” demek için hazırdırlar.
Çalışanlarının hayatlarını satın aldığını sanan KÖLE TACİRLERİ
Onlara göre, çalışanlar 7/24 emirlerinde yaşayan ve onların her istediği anda beklentilerine cevap vermeleri gereken kölelerdir. Ekiplerine sıklıkla “Biz sizi satın aldık. İtiraz etmeden, burada bulunmayı hak edin,” derler.
Programsız çalıştıkları için kendilerini işkolik zannederler. Kendileri, haftanın her günü saat kaç olursa olsun çalışıyor görüntüsüne büründükleri için, herkesten aynısını beklerler. En büyük silahları, “Ben yapabiliyorsam siz de yapabilirsiniz”, “Ben yöneticinizim ve gecem gündüzüm yok” sözlerini sıklıkla duyururlar. Çalışanlar bu tempoya becerebildikleri kadar ayak uydururlar. Ancak, bu yönetici profili, ekibini erittiğini ve tükettiğini göremez. Motivasyon toplantısı yapar. Ekibini sabahtan akşama kadar tablolara boğar. Ekibinin motivasyona neden ihtiyacı olduğunu göremez. Bir süre sonra “Tüm işi ben yapıyorum. Bunlar ne işe yarıyor, anlamadım…” diye dert yanar. Aslında ekibi tükenirken kendisinin de eridiğinin farkına varamaz. Ekip üyeleri, daha iyi bir iş bulduklarında kaçar gider.
Kimse her gün, her saat, her dakika iş düşünemez ve çalışamaz. Bunu unutmayın. En azından bunun fizyolojik ve zihinsel olarak mümkün olmadığını bilin. Ekibinizden böyle bir durumda inisiyatif kullanma, yaratıcılık gibi meziyetler bekleyemezsiniz.
Ne siz onlara “köle” gibi davranın, ne de yaptığınız işin bağımlısı gibi iş yapmadan nefes alamayan “köle”lere dönüşün. Sürekli çalışanları SÖMÜRÜCÜLER çok sever. Her SÖMÜRÜCÜ’nün en büyük hayali, altında çalışan en az bir KÖLE TACİRİ olmasıdır.
“Para benim, benim dediğim olacak!” diyen BANKA KASALARI
Para onlardadır, düdük onlardadır, kurum onlarındır, siz kurum içinde kaldığınız sürece siz de onlara aitsinizdir. “Kendilerini yetiştirenler” ve “doğrudan paranın içine doğmuş olanlar” diye ikiye ayrılırlar. Bankadaki paralarını çoğu zaman, sopa gibi, ekibinin ve yöneticilerinin gözüne sokarlar. İnsanlar para için çalışır ve paranın gücüyle yönetilir, derler. İnsanları, “kendilerine para kazandıranlar” ve “para kaybettirenler” olarak ikiye ayırırlar. Bu yüzden ekibi sürekli tetikte ve korkaktır; çünkü para kaybettirmemek için çok dikkatli hareket etmeleri gerekmektedir.
Doğru bir yatırım yapılacağı zaman bile elleri ceplerine giderken titrer. Paralarını o kadar çok severler ki, paralarından kopmak anlamına gelen yatırım durumu onlar için kâbusa döner. İşlerin yolunda gitmediğini ve daha fazla para kaybedeceklerini anladıklarında, kesenin ağzını açarlar. Fısıltılar da umurlarında değildir. Parayla fısıltıları ve çalışanları satın alabileceklerini düşünürler; ama fısıltının gücünü bilmezler. Gerçek bir lider görseler bile umursamazlar; çünkü bu profilin baktığı tek şey liderin cebi olur.
Ekibin tüm parçalarını olmayacak renklere boyayan PİCASSO’LAR
Kendilerine öyle bir ekip kurarlar ki ekibe kasap olarak giren, kendini Muhasebe’de bulur. Muhasebe için başvuran, kendini Satış ekibinde bulur. Neden başarılı olamadıkları sorulduğunda ise karşılarına çok bilinmeyenli bir denklem çıkmış gibi birbirlerine bakarlar. Bu yönetici profili eline fırçayı alır ve ilk darbeyi kuruma indirir. Gerçekleşmesi mümkün olmayan hayali hedefler koyar. Ekibinin özgüvenini dibe çeker. Kimse iyi olduğu işte çalışma lüksüne sahip değildir. Herkes her işi yapabilir olmalıdır. Hesap sorulma zamanı geldiğinde ise muhatap bulunamaz. Herkes birbirine bakar ve hiçbir iş, sonuca ulaştırılamaz. Bu yönetici profili lego oyunlarında çöker; çünkü ona göre bu oyun oldukça mantıksızdır. Legoları keserek birbirine uydurmaya çalışır. Ama nafile! Suçlu, legodur.
Hem üst yönetime ve hem de altında çalışanlara öyle bir tablo çizerler ki, uzun bir süre kendilerini gerçekten sanatçı diye yutturabilirler. Boyalar ve tuval onlara aittir. Onlardan başka kimse bir sanat eseri ortaya çıkaramaz. Kendilerini o kadar iyi boyayıp satarlar ki, buna bazen üst yönetim de inanır. Bu tablo sayesinde yapılan her işin aslan payı onlara gider.
Bulundukları konuma kazık çakan bir kitledir. Amaç ve sonuç ilişkisi azami seviyede nettir. Kurumda yapılan her işin altında onların imzası vardır. Yükselenlerin veya sivrilenlerin kafasına, bu tip yöneticiler boya döker, üzerlerini siyahla karalar veya itinayla tablodan çıkarırlar.
Yaptıkları resmi o kadar gözlerinde büyütürler ki, bir süre sonra, bunu ekibiyle başardığı gerçeğini unutup kendi başına aynı tabloyu yapabileceğine kanaat getirir. İşte o zaman, resim yeteneklerinin çöp adam yapmaktan öteye gidemeyeceği ortaya çıkar. Eğer biraz akıllıysa, emekli olana kadar “kral çıplak” durumuna gelmeden, hazır tablolarını başarıyla satar. Bu tarz yöneticilerle çalışan ekibin içindeki yetenekli insanlar, bir süre sonra kendilerinin bu tablonun içinde olamayacaklarını anlayarak yuvadan uçarlar.
“Ben olmazsam dünya durur,” diyen OLYMPOS TANRILARI
Kurumda kendisi olmazsa hiçbir şeyin doğru düzgün yürümeyeceğine inananlardır. Malum hepsi tanrıdır; bu yüzden diğer insanları onlar yaratmışlardır. Onun olmadığı ortamda hiçbir işin yürümemesi gerektiğini özellikle belirtir. Onun emri olmadan da hiçbir iş yürümez. Yürümeye kalkarsa da şimşeklerini çakıp yürüteni çarpar. Çalışanların kendisi kadar iyi olmadığını düşündüğünden, mükemmel işlere bile müdahale eder; o olmadan Dünya bile Güneş’in etrafında dönemez çünkü… Onun dokunmadığı ve yorum yapmadığı hiçbir iş mükemmel değildir. Tanrılarla çalışmak, sıradan insanlar için gerçekten zordur; çünkü tanrı oldukları için bir saat önce A dediklerine, bir saat sonra B diyebilirler. Bu söylem tanrısal bir şekilde onlar için doğrudur. Ekip içinde hiç kimse cesaret edip inisiyatif alamaz; çünkü mutlak teslimiyet anlayışı benimsetilmiştir. Tanrıları olarak herkese seslenirken “İnisiyatif alın, her işi ben mi yapacağım,” der. Bunu özellikle söyler ki ekip bir şeyler yapsın ve o da itiraz edip işin ne kadar kötü olduğunu anlatabilsin.
Onları tanrı olarak kabul ederseniz, size bütün kapıları açarlar; ama kazayla, tek bir tanrı var, derseniz vay halinize… Çünkü kimse ondan daha iyi bilemez. Yıllar içinde güçleri körelir, süngüleri düşer ve tanrılıktan tekrar kulluk katına dönerler. O zaman da bu tanrılara EMEKLİ TANRILAR deriz. Gerçek bir liderle karşılaştıklarında kendilerinden geçerler ve bir daha kendilerine gelemezler!
Kim olduğunu unutan KOPYALA YAPIŞTIRCILAR
Bu kitle, okuduğunuz paragrafı kopyalayıp kendi defterlerine “Ben buldum” diye yapıştıran; ama ne yapıştırdığını bile anlamayan kitledir. Hayatları, başkalarının emeğini kısa yoldan çalmakla geçer. Bu alışkanlıkları onları öyle bir hale getirir ki, bir süre sonra kopyaladıklarını bile unuturlar. Kopyaladıkları cümlenin sonunda nokta varsa, nokta yerine ünlem işareti koyarak kopyanın altına imzalarını atarlar. Kopyalarlar çünkü yaratamayacak kadar tembel, başkasının emeğini sömürecek kadar saygısızdırlar.
Kopyalanacak bir şey bulamadıklarında, gerçek yüzleri ortaya çıkar. Bu tarz yöneticiler, altlarında çalışanların fikirlerini bile kendi fikirleri gibi kopyalayarak üst yönetime satarlar. Profesyonelleştikçe daha inandırıcı olabilme özelliği kazanırlar. Siz siz olun, kopyaladığınız her şeye dikkat edin; çünkü kopyaları kopyalayanlar da sizin kopyalamanızı bekliyor.
Kopyacılar, bir süre sonra kim olduklarını bile unutup gerektiğinde herkes olabileceklerini hatırlarlar.
Kurumunuzun çatısı kopyacılar tarafından kurulduysa, dikkat edin bir gün kaçak inşaat gerekçesiyle yıkım ekibi kapınızı çalacak!
Kafasını kaldıranın canını alan CELLATLAR
Başarılı ve yetenekli insanların hayatlarını zehir ederler. Öğretme çabasında olmadıkları gibi onları etkisiz kılmak için ellerinden geleni yaparlar. “İyi ol ama benden iyi olma,” anlayışıyla hareket ederler. Onlardan daha iyi olma potansiyeline sahip çalışanları giyotin bekler. Cellatlar, kafasını kaldırıp onlara karşı koyanları yok ederler. Yönettikleri kurumlarda sürekli ekip değişir. Sektörde adları “Kaliteli kimseyi ellerinde tutamaz” diye çıkar. Başınızda bir “cellat” olursa kafanızın ne zaman gideceği hiç belli olmaz. En büyük korkuları, koltuklarını kaybetmektir. Halbuki o koltuğun altına bakarsanız, çok sayıda masum kelle bulursunuz.
Yardımcı cellatlar, kurumda onların ayak işlerini yapmakla görevlidir. İtiraz kabul etmediklerinden konuşarak ikna etme şansınız yoktur. Kurum onlarındır, para onlarındır. Kısacası, kellenizi kaybetmeden kaçmaya bakın. Kelleniz giderse sonrasında başsız iş aramak epey zor olur!
Ellerinden telefonları düşmeyen, meşgul görünümlü, sürekli konuşan MİLLİ ATLETLER
En yakın arkadaşları akıllı telefonları, iPad’leri ve dizüstü bilgisayarlarıdır. Onlarsız yaşayamazlar. Tedavileri, elektronik cihaz perhizinden geçer. Ellerinde elektronik bir cihaz olmadığında yoksunluk krizine girerler. Her daim telefonları ellerinde, iş takip etme gerekçesiyle konuşur haldedirler. Her yaptıkları görüşmenin, iş görüşmesi gibi görünmesi için çaba sarf ederler. Mesela yemek siparişi verirlerken yanlarına yaklaşıp konuşmalarına kulak verirseniz, bir müşteriyi ikna konuşması yaptıklarına tanıklık edebilirsiniz.
Milli atletlerle pahalı lokantalarda, ofiste, asansör önlerinde, toplantı salonlarında karşılaşırsınız! Sürekli meşgul olduklarından, bir işin gittiği yeri ancak iş sonlanınca görürler. Hiçbir işi zamanında bitiremezler. Sürekli meşgul görünerek zihinsel/duygusal yetersizliklerini saklarlar. Plansız ve programsızdırlar. Sürekli çok çalıştıklarından şikâyet eder dururlar.
Diğer insanların da kendileri gibi cep telefonuyla bütünleşik yaşadıklarını düşündükleri için, cep telefonu olmadan salondan mutfağa geçen insanlara hayret ederler.
Sürekli yorgundurlar ve durmadan “of”larlar. O kadar meşgullerdir ki, telefonla konuşmaktan veya e-posta atmaktan, iş yapmaya vakitleri kalmaz. Günün sonunda elektronik cihazlarının şarjı biter ve ellerinden oyuncakları alınan çocuklara dönerler. Bu tarz yöneticilere yapılabilecek en kötü şaka, telefonlarının üstüne su dökmek olabilir. Sürekli koşturmalarının altında, çok çalışmış olduklarını kanıtlama psikolojisi yatar. Tatmin edilmeleri zordur. Başarıya açtırlar ve övgüyü çok severler. Başardıkları zaman ise bu başarının tadını çıkaramazlar ve ekiplerine kan kustururlar. Onlara göre ekibin özel hayatı olamaz; telefonun başında, Milli Atlet’ten gelecek acil çağrıları beklemek zorundadırlar.
Toplantı yaparak kurumu kurtaracağını sanan İYİMSERLER (!)
Acil durumlarda yapılması gereken ilk on etkinliğin listesini yapsalar, ilk sıraya toplantı koyarlar. Uzun toplantılar onlar için fotosentez gibidir. Toplantı uzadıkça enerjileri artar. Etrafındakilerin enerjileri düştükçe, kendilerini daha enerjik hissederler. Çok konuşur, dinlemeyi sevmezler. Toplantı yapmak için bile toplantı yaparlar. Toplantılarda sordukları hiçbir sorunun cevabını merak etmezler; çünkü hâlihazırda tüm cevaplara sahip olduklarını düşünürler. Her toplantıda olmak isterler. Başka bir toplantı sebebiyle katılamadıkları toplantılarda alınan tüm kararları yok sayarlar. İyimserdirler; çünkü insanlar toplanıp konuştuklarında, her şeyin çözüleceğini düşünürler.
Aslında toplantılar tamamen gereksiz değildir; ama toplantıların kısa tutulması ve çözüme yönelik olması gerekir. Bu da yöneticinin sorumluluğundadır. O ne kadar kısa konuşur ve sonuç odaklı davranırsa, toplantı da o kadar kısa sürer. Bu profil için önerimiz; kendisine bir zaman çizelgesi hazırlaması ve bir aylık çalışma süresinin ne kadarını işe, ne kadarını toplantıya ayırdığını tespit etmesidir.
Kendi ülkesinde ana dilini konuşmaktan kaçınan FAHRİ AMERİKALILAR
Ana diliyle iletişim kurmayı tercih etmeyen bu profil, ana dilini kullanırken bile araya İngilizce kelimeler sıkıştırmaya bayılır. Bu alışkanlığın etkisiyle, iki Türk’ün sosyal medyada İngilizce yazıştığına sık sık tanık olursunuz. Bu profil, hayatının bir döneminde mutlaka Amerika’ya gitmiştir ve sanki gittiği ülkeye aitmiş hissine kapılır. Ana vatanına döndüğünde, önceden gördüğü sisteme olan hayranlığıyla ana dilinden kopar. Kendi koptuğu gibi, ana diliyle konuşanlara da bu konuda vaazlar verir. İngilizceye hâkim olmadığı halde, orta seviyede hatim ettiği terimlerle dünyanın çeşitli ülkelerinin kültürlerine olan aşkını dile getirir. Umduğu kadar anlaşılmadığını fark ettiğinde, otomatik pilota geçip insan sınıflamaya başlar. Ona göre Türkçe yetersizdir; Türkçenin henüz farkına varamadığı birçok duyguyu, kavramı o keşfetmiştir. Bu profildeki yöneticilerin çoğu, ana dili İngilizce olan biriyle karşılaştıklarında şaşkına dönerler; çünkü alışkın oldukları tavır, ana dili İngilizce olmayanlarla İngilizce konuşmaktır.
“Konuştuğum zaman beni kimse anlayamasın” diyen TERMİNOLOGLAR
Oldukça bilgili ve hatırı sayılır derecede kitap okumuş olan bu profildeki yönetici, karşısındakinin algılama ve anlama potansiyelini gözetmeksizin hep aynı seviyeden konuşur. İletişimin ana kuralı olan “anlaşılmak” noktasını atlar. Ona göre anlaşılmamasının sebebi, karşısında sırıtan cehalettir! Diğer profillere göre çok masum sayılabilecek bu profile ait yöneticilere, farklı seviyelerdeki insanlarla iletişim kurmaya çalışmalarını öneririz.
Amaç her zaman anlaşılır olmaktır. Çok bilgili olabilirsiniz; ama çalışanınıza ne kadar bilgili olduğunuzu, işin teknik kısmına ne kadar hâkim olduğunuzu bu kadar yoğun bir şekilde göstermenize gerek var mı? Akademik kariyer yapanların çoğu, bir süre sonra, bilgiye asıl ihtiyacı olan insanlardan kopup, yanında sözlük bulunduranların anlayabilecekleri bir yere çekiyorlar kendilerini…
Gerçekte ne bildiğinizden, ne biriktirdiğinizden çok o bilgiyi nasıl paylaştığınız önemlidir. Düşünün ki ekibiniz kulaklarını açmış, sizi anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyor. Hâlihazırda doğru resmi hayal etmelerini sağlamak zaten zorken, siz bir de teknik terimlere boğuyorsunuz zihinlerini… Elbette çalışan, sektörünün teknik diline de hâkim olmalıdır. Ancak, hassasiyetle üzerinde durulması gereken, mümkün olduğunca anlaşılır olmak ve öyle de kalmaktır. Diyebilirsiniz ki, “Ben yöneticileri olarak onların seviyesine niye ineyim? Onlar uğraşıp benim seviyeme çıksınlar!” O zaman şunu sorarız size: Bu aşamaya gelebilmek için kaç yılınızı harcadınız ve kaç gömlek değiştirdiniz? Daha önemlisi, ekibinizin sizin seviyenize gelebilmesi için beklemeyi göze alabilir misiniz?
Çalışanınız sizi anlamazsa istediklerinizi yerine getiremez. Korkusundan yöneticisi konuşurken kafa sallama otomatiğine alır kendini… Bu profilin bilgisine ve biriktirdiklerine saygı duyulmakla birlikte, insandan insana kurulan asma köprüleri yok saymaları, her zaman eleştirilebilir.
Koltuğunu kaybetmektense ruhunu kaybetmeyi tercih eden TAPINAK BEKÇİLERİ
Bu profil, iltifat dilenciliği yapma konusunda uzmandır. Bunu insanlar toplu haldeyken kendi yöneticisine yaptırma konusunda eline kimse su dökemez. Tüm cümlelerin öznesi olmak ister. Herkesin onu sözüm ona sevmesini ister. Hayranlık dolu bakışlarla beslenir. Başka bir yöneticinin iltifat alması, arka odasına (kendisini görünmez kılıp küskünlüğünü yaşamak için kaçtığı alanı) kaçmasına neden olur. Duygusal silahları hep vardır. Özellikle, başarısızlık durumunda özne olmaktan kurtulmasını sağlayacak, bir dizi profesyonel teknik geliştirmiştir. Çok masum görünür ve içinizi acıtır. Entrika tekniklerinin anlatıldığı kitaplar, masasının ilk çekmecesinde durur. Arka odalarındaki aslanı serbest bırakma zamanını yakalayabilen şanslı kesim, gerçeği görür. Görür de kimseyi inandıramaz. Bu profili ancak lider gözüne sahip olanlar görebilir; çünkü gün ışığında gözlerinin rengi anlaşılmazdır. Geceyi beklemek gerekir. Dolunay yoksa o da bir işe yaramaz. Bu durumu görebilecek bir lider değilseniz ya da yanı başınızda bir lider yoksa TAPINAK BEKÇİLERİ’nden uzak durun.
Cinsiyetsiz bakmanın ve durmanın ne olduğunu bilmeyen KOVBOYLAR
Kovboy denildiğinde bu yönetici kitlesinin sadece erkek olduğu düşünülmemelidir. Günümüzde kadınların da aynı kategoriye giren davranışlar sergiledikleri görülmektedir. Bu profilin erkek yöneticilerinde kovboy ruhu vardır. “Topluluğu erkek yönetir” düşüncesinde olduklarından, kadınların gücüne ve aklına güvenmezler. Kadınlara iş hayatında ikinci sınıf çalışan muamelesi yaparlar. Tehlikeli bir kitledir. Hem kurum içindeki dengeleri ve huzuru bozar, hem de ekiplerindeki erkek çalışanlara “Siz daha üstünsünüz” ayrıcalığını tanırlar.
Kadının, bu tip bir yöneticiye kendini “cinsiyetsiz” olarak kabul ettirmesi zordur. Sadece kadınlara karşı önyargılı olmakla kalmayan bu tip, onları birer seks objesi olarak da görme eğilimindedir. Kadın çalışanları bilirler ki, ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar çok çalışırlarsa çalışsınlar, onların çektiği fotoğrafın dışına çıkamazlar; çünkü bu profilin zihniyeti sınırlıdır. Sınır ötesini göremezler. Bir araya geldiklerinde, öznesi kadın olan konuları, ağızlarının suları aka aka konuşurlar. Ekiplerinin önünde de bu tavrı paylaşmaktan gocunmazlar; çünkü saha zaten onlarındır. Hepsi birbirinin dilinden anlayan erkek topluluğuna dönüşmüşlerdir. Birbirlerine mesai saati içinde, e-posta aracılığıyla iştahlarını kabartacak resimler gönderirler. Hatta bazen gözleri döndüğünden, yanlışlıkla tüm çalışanlara gönderirler! En tepedeki yönetici bunu görse de umursamayabilir; onun gözünde de bu komiktir çünkü… Kovboylar, en acınası profildir. Bu profildekileri, erken tanımanın yolu, kurumun yurt dışına düzenleyeceği (gidilecek ülkenin erkekler tarafından özenle seçildiği) seyahatlerden geçer.
Havalimanından itibaren izleyin kendilerini… Ne demek istediğimizi hemen anlarsınız. Bu tiplere karşı gösterilecek tutum, onları kendi hallerine bırakmak ve gazaplarından korunmak olmalıdır.
Eğer bu yönetici profili kadınsa, ekibindeki erkeklerle daha fazla diyaloğa girer. Ekibindeki erkekler, birkaç klasik iltifatla bu yöneticinin gönlünü hemencecik fethederler. Ekibindeki kadınlardan haz etmez. Eleştirileri, işin kalitesinden çok kadın çalışanının saçının rengi, makyajı gibi dış görünümüyle ilgilidir. Kendisinden daha güzelini, daha sevilenini ve daha popülerini hayatta kaldıramaz. En güzel, en akıllı, en sevilen o olmalıdır. Fırsat buldukça, kadın çalışanlarını başkalarının önünde farklı kanallardan küçük düşürür. Odasına erkek misafir geldiğinde, dışarıdan sadece şuh kahkaha sesleri duyulur. Entrika konusunda uzmandır. Aslanların önüne kuzuları atmaktan çekinmez. Ta ki bir gün aynı profilde başka biriyle aynı ofiste karşılaşıncaya dek…
Sadece bunlarla sınırlı olmayan bir tip de, evde eşinin hâkimiyeti altında ezilen kadın yöneticilerdir. Bu kitle, kadınlara zulüm edebileceği gibi, emrindeki erkeklere de zulüm edebilir. Sonuçta bu tip bir yöneticiyle çalışıyorsanız size sabır ve başarılar diliyoruz. Ne olursa olsun, kendinizi bu ortamdan kurtarmaya çalışmanızı tavsiye ederiz.
FISILTI YÖNETİMİ Kitabından alıntıdır. (Eylül 2012 Sistem Yayıncılık)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder