15 Ağustos 2013 Perşembe

Kelebeğin rüyası...


İşte tam da bu sahnesinde filmin artık bir dünya savaşımız oldu diyor Üstad Muzaffer' e...
Düşünüyorum yıl 2013 olmuş da bitmiş mi ki dünya savaşları; Irak, Suriye, Mısır ve diğer ülkeler sözde özgürlük için- daha doğrusu süper güçlere ve maşalarına has bir özgürlük için- savaşı yaşamıyor mu?  Sadece ismi dünya savaşı değil diye şükretmek mi gerekiyor?
Ayrıca hangimizin bir savaşı yok ki zaten ! İnsanları anlamaya çalışmak ve mutlak itaat beklentisi değil mi bizi savaşçı haline getiren.
Şimdi tekrar dönüp düşününce geçen yıllarla ilgisi yok bunun. Yani, başka gezegenden bile olsa bulur insan savaşacak bir düşman !
Filme dönecek olursak gerçek savaşçıları görüyoruz. Ve insana; "bu doyumsuzluğumuz ve tatminsizliğimizle bizden anca zoraki savaşçı olur ..." dedirtiyor.
Edebiyatın, vicdanın, gerçek dostluğun, çalışmanın onurunun irdelendiği bu bizzat hayattan alınan acıklı hikayeyi filmleştirmek kimin aklına gelmişse aklına sağlık !
Yoksa kim bilebilirdi Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur gibi gerçekten şerefli sanatçılarımızın olduğunu...
Sanat aşkı, dostluğu, çalışmanın kutsallığını benimseyen, ben okur yazarım diye sadece yazarım demeden gençleri okumaya iten tavırlarıyla harika insanlarmış ! Huzur içinde uyusunlar, halkı tanıyan ve yanında olan insanlar var hala ! Birileri hep var ve hep var olacak !
Tabi düşündüren bir kaç nokta oldu. Dönemin sorunu olan verem yüzünden ailelerin tedirginliği ve sosyal hayatın mecbur kısıtlanması gibi  günümüzdeki paternalist , aşırı kapalı, aşırı korumacı davranışların savaşlardan ve yokluktan dolayı ortaya çıktığı izlenimi verdi.
Şairliğin meslek gibi görülmemesi de olayları yaşandığı döneme göre incelemek gerekir diye boşuna söylenmemiş dedirtti. Ama bu da şairlerimizi sanatnı icra etmekten alıkoymamış... Demek ki elalem ne der ve iktidar ne der, ailem ne der kaygısıyla atalete düşmeyecek yüksek haysiyet ve inanca sahipmişler...
Filmde Rüştü bey hep olumluydu ve bir tek hastalığı konusunda karamsarmış dedirtti gerçi bu karamsarlık onu şiir, piyes yazmaktan ve sevmekten alıkoymamıştı. Bu da herşeyin başının sağlık ve her musibetin başının da cehalet olduğunu gösterdi. Verem teşhisi konmuş hastanın sigara içmesi ya cehaletti yada az önce de değindiğim gibi nasıl olsa sonu belli dercesine pençesine düşülen karamsarlıktı.
Herşey de kader aslında; modern zamanların moda tabiri olumlamalar da eğer içten inanılır ve inanç doğrultusunda davranışlar geliştirilse istenen sonuçlar alınıyor.
Gerçi o dönemlerdeki tıbbın olanakları da göz ardı edilmemeli.
Ve bu yüzden de bazı şeylere kader deyip müdahale etmemek devlet adamlarımıza yakışmıyor, zira 21 yüzyıldayız artık, herşeyi önlemek, azaltmak mümkün. Özel kurumların yetiştireceği birkaç haftalık kurslardan alınan belgelerle yetişecek sözde iş sağlığı ve güvenliği uzmanlarının ne kadar etkili olacağını göreceğiz. Umarım yanılırım! Üstelik 4 sene eğitimini gören çalışma ekonomistlerinin de bu belgeyi almak için kursa gidip sertifika almak zorunda kalması da ne kadar vicdani bir uygulamadır varın siz düşünün...
Çok merak ettiğim ve izlediğime memnun olduğum bir filmdi. Aslında tüm çalışma ekonomistlerinin ve özellikle de geçmişten ve yokluktan bihaber gençlerin izlemesini tavsiye ederim.
Bu arada nedendir bilinmez endüstri ilişkileri dersimizde bu dönem üzerinde pek durulmamış olduğunu fark ettim. Endüstri ilişkiler sadece sendika mı demektir ?


22.10.2013
11 Ekim' de yeniden vizyona girdi. Oscar aday adayı : http://gundem.milliyet.com.tr/-kelebegin-ruyasi-oscar-aday-adayi/gundem/detay/1758643/default.htm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Blog Arşivi

Bu Blogda Ara

Wikipedia

Arama sonuçları

Translate

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *